14 Ekim 2008 Salı

Suskunluğa Hayata ve Aşka Dair

Suskunluğu bilir misin?

Bir anda hayattan kopup nefis bir senfoninin ortasında Buluvermek kendini.

Suskunlukları bilir misin?

Ansızın kesilen konuşmaların ardından kulaklarının nasıl da uğuldadığını? Solukları duyarsın sadece.

Kelimelerin eksik kaldığı anlarda susar insan. Seni öylesine seviyorum ki bunu kelimelerle ifade edemiyorum ve susuyorum. Gözlerime bak anlarsın. Oradan bir pencere açıyorum süzülebilirsin içeri ve susuyorum. Nefesimi hisset yahut. Oradan yüreğime bir ses var, susuyorum duyarsın. Tutkulu bir öpüşme gibi susarsın. Öpüşmeler yetmez, kanatacak kadar ısırmak istersin, yapamazsın susarsın.

Aslında ne çok şey söylenir susmalarda. Gerçek kendin olursun tüm elbiselerinden yoksun çırılçıplak, savunmasız bir bebek gibi kendin olursun. Aracı kullanmadan kelimelerin bencilliğine yakalanmadan, susarsın. Boşluğa konuşursun susarak. Düşünceler on-ikiden vurur o zaman tellere dokunmadan havayı kullanmadan.

Böyle susmalarda bulursun bir çok sorunun cevabını ve kendini tanırsın o kısa hayati aralar da. Hatta o müthiş soru var ya, "aşk nedir?" onun bile cevabını bulursun ama ifade edemezsin susarsın.

Bilirim acı verir bazen susmak konuşmak istersin kelimeler boğazına düğümlenir, artık her şey bitmiştir aslında ne kelimeler ne de suskunluk bir işe yarar artık. Zalim acı saplanmıştır en derine, duyulan sadece iç çekişlerdir artık arta kalan ve dilinin ucuna hücum edip orada dudak kalesine çarpıp bozguna uğrayan kelimeler. Aslında bir dokunuş anlamsız bir ses ilk çağ insanlarından kalma bir homurtu yetebilirken düğümü çözmeye bir çok duygu düşüverir gözlerinden yüreğine susarsın. Bir de gözyaşı dokunur en derindeki acının üzerine ılık tuzlu bir ilaç gibi önce yakar belki acıyı azdırır, sonra uyuşur kasılan gözlerin ve oradan kalbine damlar susan sesin. Sessizce kimsesizce ağlarsın duyarlarsa gelirler ve beni yalnızlığımla ayrırlar diye korkarsın hıçkırıklarını boğarsın. Susarsın!

Bir yelkenlinin güvertesinde susarsın birde. Dalgaların sesine susarsın. Yakalamaya çalıştığın ister yunusların şarkıları olsun ister kelebek kanadı musikisi aslında huzur için susarsın. Duyduğun ne fotonların engelleri yararken çıkardığı müthiş sestir ne de bir penguen kavminin çığlıkları, duyduğun ruhunun güneşten yansımasıdır.

Anlamsız sesler vardır. Bütün enstrümanlar vardır ama şef yoktur. Bilirsin kelimeler peşi sıra çıkar. Cümleler kurulur tumturaklı, anlamsız?

Anlam yüklemeye çalıştığın her cümle bir öncekini daha da anlamsız hale getirir, yüreksizdir. Şefsiz bir orkestradan baş döndüren bir senfoni bekleyemezsin. Sonra anlamsızlıkları sıralayıp onlara sahte anlam elbiseleri giydirirsin, rüküş olurlar, cımbız ararsın. Sonunda, uykuya dalarken kulağındaki rahatsız edici bir çınlama veya karanlık bir odada göz kapaklarında bulmaya çalıştığın bir ışık, göremezsin. Cam kırıkları gibi beynine saplanan kıymık kelimeler, kanatır, hissedemezsin. Yaşlar hücum eder gözpınarlarına , ağlayamazsın.
Ayna yazılar vardır, her kelimesi kırık bir ayna parçası. Ruhuna çevrilmiş, hepsine bakmayı bilebilirsen kıymetli, aynalar. En kuytu köşelerinde bir gezinti. Kendine bile itiraf edemediklerin çıkıverir gün yüzüne. Karanlığa güneş açar. Sersem fikirlerin yere basar. Ne suskunluğun anlamı, ne seslerin karmaşası. Sadece, "beyazın üstüne siyah".

Hiç yorum yok: